Helin Dogan
İstasyonlarda temizlik işçisi olarak çalışıyor, en çok sakızdan ve yere düşen bira şişelerinden şikayetçi. İşinin ve hayatın zorluklarını anlatarak, “Bak şu ellere, para kazanmak öyle kolay değil” diyor.
Eller havaya, elleri görelim elleri… Kıvrak bir müziğin eşliğinde çağrıya uyan onlarca ojeli uzun tırnaklı bakımlı el dönüyor havada. Bu görüntüleri hemen her Türkiyeli düğününde görebilirsiniz. Biz başka “eller” i anlatacağız. Halaya kalkan, dans eden elleri değil, işçi bir kadının, Emel‘in ellerini yazacağız.
Metro ya da trenle seyahat edenler kalabalığın ortasında dolaşan bir temizlik arabasını mutlaka görmüştür. Altında renkli su konulan plastik bir kap, ağzı açık gerili bir çöp torbası yanlarına asılı moplar süpürge yerden rahat toz almak için özel yapılmış kürek… Arabanın başında ise iş yeleği, gri pantolonu, kollarına kadar uzanan plastik eldivenli le bir temizlik işçi göze çarpar.
İşte sözünü ettiğimiz “farklı eller” bu temizlik işçisine ait. Öyle ojeli, uzun tırnaklı değil bu eller. Günün yarısını plastik ve kimyasal kokarak geçiren bu eller, mesai bitimi evine vardığında da evdeki işlere gömülür. İki yana düşüp dinlenmeyi özleyen, hünerli eller…
ÇOĞU GÖÇMEN KADINLAR
Temizlik sektöründe her yaş grubundan kadınlar çalışıyor. Genellikle göçmen kadınların bulunduğu bu sektördeki işçilerden biri de 61 yaşındaki Emel. ‘’Tam adımı yazma; eşim kabul etmez öyle gazetelere çıkmamı istemez’’ diyor. Eşi 90 yılların başında Almanya’ya gelip, siyasi iltica talebinde bulunmuş. Bir yıl sonra da Emel ve çocuklar gelmişler. “Bir kız bir oğlum var. Eşim inşaat, depo gibi bir çok işte çalıştı. Ama kısmı felç geçirince işsiz kaldı, uzun süredir de işsiz” diye anlatıyor durumu.
Emel, pek çok yerde bina büro temizliği gibi kısa süreli işlerde çalışmış uzun süre. On yıl önce bir arkadaşının yardımıyla tam gün bu temizlik işine başlamış. Bu sektör elbette bir tercih değil, zorunluluk olmuş Emel için: “Almancam yok, okuma yazmam yok. Ancak bu işlerde çalışabilirim”.
İş yerinde yaşadığı zorlukları ise şöyle anlatıyor. “Adı temizlik, ama kendisi çok pis bir iş. On saat milletin arasında dolaşıyorsun. Siliyorsun, daha arkanı dönmeden bakıyorsun, yine pisletmişler.”
Emel’e göre en kötüsü sakız! “Adamlar görgüsüz, ağzından fırlatıyor sonra üstüne basıp iyice yapıştırıyorlar. Çok uğraştırıyor” diyor. Bir şikayeti de alkoliklerden. “Çok alkolik var, bira şişesini ellerinden düşürüyorlar. Camı süpürmek ayrı dert, yapış yapış silmesi ayrı dert” diye yakınıyor.
Emel, her şeye rağmen işinden memnun: “Şeflerim çok iyi, Allah razı olsun onlardan. İyi davranıyorlar, koruyor kolluyorlar. Kazancım da iyi. Çok şükür kimseye muhtaç değilim.” Eşi felç olduktan sonra hiç çalışamamış, 380 Euro emekli maaşı tabii ki yetmiyormuş. Bir süpermarkette çalışan kızı ve Emel’in geliri ile eşinin maaşı birleşince, geçinip gidiyorlarmış. “Tatil yapıyor musun?” sorusuna ise pek çok Türkiyeli göçmen gibi, “Her sene köye gidiyoruz, mecburi çünkü köyde ev yaptırdık. Eşyamız var, gidip bakmak lazım kapıya bacaya, ne olur ne olmaz” diye yanıt veriyor. Evi de zaten tatillerde gideriz, ona buna muhtaç olmayız diye yaptırmışlar. “Başka tatil bilmeyiz Hiç deniz tatili yapmadık” diye de ekliyor.
Emel sendika üyesi değil. Nedeni onun açısından çok basit, “Sendikaya üye olmamı bir arkadaşım söyledi. Ama sendikaya da para vermem lazım, biz de nerede o para?”. Bunu söylerken eldivenlerini sıyırıyor ve büzüşmüş bembeyaz ellerini göstererek şöyle diyor: “Bak şu ellere, para kazanmak öyle kolay değil”.
Antworten